Hatırlayabildiğim en geçmiş zaman 5 yaştı.
Hayatımdaki en güzel şeyin ismim olduğunu hatırlıyorum. Caroline di benim adım. Nedense bu isim beni mutlu eden tek şeydi.
Kulübe gibi bir evde yaşıyorduk, sürekli yağmur yağıyordu ve her taraf çamurdu.
Annem kendini Tanrı'ya adamıştı.
Ona göre her şey günahtı. Cinsellik de günahtı sadece çocuk yapma aracıydı.
Koyu bir katolikti annem.
Doğurma haricinde çocuklarıyla çok ilgilenmeyen, gülmeyen ve az konuşan bir kadın.
Benden küçük 2 kardeşim vardı.
İkisi de erkekti.
Yeterli doyduğumu hiç hissetmedim.
Babam güçlü kuvvetli bir adamdı ama cüssesi ile ters orantılı idi aklı. Annem ne derse yapardı.
Herkese güvenir ve inanırdı.
12 yaşıma geldiğimde güzel olduğumu hem ben hem de diğer insanlar fark etmeye
başladı. Çok zayıftım, ne kalçam ne göbeğim vardı. Göğüslerim güzeldi.
Çamurun içinde nilüfer çiçeği gibiydim.
Öyle öfkeli keskin bir ruhum vardı ki herkesten ve her şeyden nefret ediyordum.
Bu fakirlik bize yapışmış mıydı balçık gibi?
O gün yemin ettim. Ne pahasına olursa olsun zengin olacaktım.
Zengin olmak için mevcut olan tek şeyimi kullanacaktım. Güzelliğimi. Bedenime ise
kimseye el sürdürtmeyecektim.
Bunun için plan yapmaya başladım.
Güzel olmak yetmiyordu, güzel de görünmek gerekiyordu.
Bunun için kıyafete ihtiyaç vardı.
Babama beni şehre götürmesi için ricada bulundum.
Amacım zenginlerin kıyafet aldığı süslü bir kadın terzisinin yanında çalışmaktı.
Şehirde bir kadın kıyafeti diken terzinin yanında çalışarak dikiş öğrenmek.
İstediğimi söyledim.
Babam nasıl şehre gidip geleceksin diye endişe etti. Benimse planım hazırdı.
Boğaz tokluğu ve yatacak yer sağlaması koşulu ile geceli gündüzlü çalışacaktım.
Babamı soyluların yaşadığı bölgedeki terzi dükkanlarına götürmesi için ikna ettim.
Babam kaba saba bir adam değildi.
Güçlü ve kaslı bir yapısı var olsa da hiç bir canlıyı incitemeyecek bir yaradılıştaydı.
Konuşma becerisi de yoktu.
Babamla birlikte terzi dükkanının birinin önünde durduk ve kapıyı çaldık.
İri yarı bir adam geldi, bağırarak bizi kovdu.
Bizi dilenci zannetti. Ağızımızı bile açamadık.
Sonra başka terzi dükkanlarına bakmaya başladık.
Bu sefer yönetimi ben ele aldım.
Çok süslü bir dükkana girdim. Yahudi madam çok ünlü bir terziymiş meğerse. Başlangıçta bunu bilmiyorduk dükkanı beğenmiştim sadece. Beni ipekler, güpür ve danteller çekti. Şarap kırmızısı, yeşiller, maviler dükkanı süslemişti. Nedense çok aydınlık geldi bana.
Sanki dükkana güneş doğmuştu.
Ben önde, babam arkada dükkana girdik
Oradaki hiçbir şeye uymuyorduk.
Oldukça kalitesiz görünüyorduk.
En çok tırnaklarımdan utanmıştım.
Bizi dilenci zannettiler ve hemen müdahale ettiler. Ben zayıf bedenimle aradan sıyrılarak oradaki en güçlü görünen madama yalvarmaya başladım.
"Ben terzi olmak istiyorum. Bana yatacak yer verin. Boğaz tokluğuna çalışırım.
Fındık kadar yemek yerim lütfen beni göndermeyin" diye ayaklarına kapandım.
O kadar kararlıydım ki hayır diyemediler.
Babam yanımda durmakla yetindi.
Bu isteğimi de anlayamadı. Bir taraftan da sevindi bakacağı bir boğaz eksilmişti. O kadar saftı ki inanamıyordum benim babam olduğuna.
Bazen neredeyse çocuğum gibi geliyordu.
Onu korumam gerektiğini düşünüyordum. Aklım ermeye başladığından beri hep böyle hissediyordum ne garip. Kim kimin çocuğuydu..
Lafı uzatmayayım. Madam benim cüretkarlığımdan hoşlandı. Esther adında Yahudi bir bayandı ve çok zengindi. Boğaz tokluğuna kalmama izin verdi. Dükkanın arka tarafında ufak bir odada yatağım oldu. Gündüz çalışıyor ve akşam dükkanda kalıyordum. Çok soğuktu kış geceleleri ve çok yalnızdım. Korkuyordum, çok karanlıktı.
Madam mum yakmama da izin vermiyordu,
Danteller, güpürler ve ipekler vardı.
Sadece dikiş dikmeyi değil, parayı ve hesabı da öğrendim. 3 yıl sonra yeni kreasyon yaratabiliyordum. Sanki bir melek geliyor bu kumaşı ve güpürü kullan, bu modeli yap, kolu bu şekilde tak çok daha güzel ve gösterişli olacak diyordu. Kumaşları ,güpür ve dantelleri renkleri gördüğümde karar veriyordum nasıl bir model yapacağıma.
Madam iyice yaşlanmıştı. Benden eski kalfalar dikiş dikiyorlardı sadece. Onlara ne söylenirse yapıyorlardı. Kafaları çalışmıyordu.
Ayda bir evime gidiyordum. Annem iyice kendini dine vermişti. Sadece ibadet edip kiliseye gidiyordu. Annemin bu kadar ibadet edip hayatla ve bizle ilgilenmemesi sinirime dokunuyordu. O kadar ibadetin işe yaramadığını düşünüyordum. Madem bu kadar ibadet ediyordu annem niçin bu kadar fakir yaşamıştık yıllarca.
Tanrı bizi görmüyor muydu?
Neyse kiliseye hiç gitmiyor ve gitmek de kesinlikle istemiyordum.
Babam kardeşlerimle ilgileniyordu. Benim bıraktığım para onların hayli işine yaramıştı.
Ben Madam'ın veliahtıydım. Sınırsız yetkim vardı artık. Madam, tüm para ve yönetimi bana bırakmıştı.
Daha 19 yaşındaydım.
Zayıftım ve çok güzeldim. Küçük göğüslerim, güzel popom ve bacaklarım vardı.
Bembeyaz tenim, uzun boyum koyu renk saçlarım ve sürmeli gibi koyu renk gözlerim vardı.
Artan kumaşlardan kendime muhteşem elbiseler dikiyordum. Soylu erkekler benimle beraber olmak istiyorlardı.
Soylu olmadığım için bana ikinci iyi pozisyon yani metreslik teklif edenler vardı. Ben se gülüp geçiyordum.
Güzelliğim tüm Paris'te yayılmıştı.
Kendimi çok çok güçlü zannederken aşık oluverdim birdenbire.
Damdan düşmüşe döndüm. Aşık olduğum kişi Paris'te çapkınlığı ile ün yapmış bir soyluydu. Esmer, uzun boylu çok kibar ve kaslı bir yapısı vardı. Sevgililerinden birini terziye getirmişti. Sevgilisi bir düşesti.
Evlenecekleri söyleniyordu ama ayrıca metresi olduğunu da biliyordum. Çünkü o da bizim dükkana gelirdi. Madam'ın bize öğrettiği ilk konu dikişten önce gizlilikti.
Ve işte ben böyle ahlaksız bir adama aşık olmuştum.
Annemin deyişiyle cehennemde sonsuza dek yanacaktım.
Nasıl bir histi bu. Mideme bir yumruk yemiş gibi hissediyordum.
Neşem, hayat enerjim çekildi zannettim.
Tüm yaratıcılığım kaybolmuştu.
Bir de üstüne üstlük nişanlanacağı söylenen düşes, nişan elbisesini bana diktirmek istedi ki yoğunum diyerek erteleme çalışmalarım sonuç vermedi.
Konu madama kadar gitti. Tabi madama ne söyleyecektim, nişan elbisesini dikmek istemiyorum. Düşesin nişanlısına mı aşık oldum diyecektim.
Düştüğüm pozisyona inanamıyordum.
Tüm bunlar annemin tanrısına inanmadığım için başıma mı geliyordu yani.
Aşık olduğum çapkın soylumuzu ilk gördüğüm an metresini terziye getirdiği zamandı.
Metresi de çok hoş kadındı. 30 yaşlarında, yuvarlak hatlı ve 1,65 boylarında sarışın ve mavi gözlü. Karşılıklı oynaşmalarını seyretmek zorunda kalmıştım. Kendimi metresinin yerinde hayal etmiştim ve bundan da çok hoşlanmıştım. Kıskançlık her yanımı sarmıştı, nasıl da aşık olabilmiştim böyle bir adama.
Onlar oynaşırken beni fark etmediler zannetmiştim.
Genç adam son anda fark etti. Fırsatını bulup yalnızken yanıma geldi.
"Çok hoşlanmışa benziyorsun, çok güzelsin, seninle de birlikte olmak isterim" dedi.
Şoktaydım, ne küstah diye düşündüm.
Kafamı çevirip cevap vermeden odaya girip kapıyı kapattım. Heyecanımı ve nefes alışverişimi sakinleştirmeye çalıştım.
O zamandan beri 1 yıldan biraz fazla olmuştu. Bir takım vesilelerle daha sık bizim dükkana gelmeye başladı yakışıklı dük.
Karşıdan seyretmeye devam ettim onu. O da beni derken, birgün düşesi getirdi, nişanlanacağım kız diye nişan elbisesini dikmemiz için.
İşte o gün bugün dü. Çok derin bir acı oturdu içime .
Nişanlanacağı genç kız benim yaşlarımda ve çok sevimliydi. İçten içe ciddi kıskançlık hissine kapılmıştım. Sevimli kız nişan elbisesini benim dikmemi istiyordu. Ne yapacaktım? Onun yerinde olmayı istiyordum oysa ki.
Madama türlü bahaneler uydurdum dikmemek için, dikişi en iyi kişi bendim ve madam yaşlanmıştı. Herkes benden istiyordu.
Çaresiz kabul ettim, umutsuzca aşık olduğum küstah adamın soylu ve sevimli nişanlısına nişan elbisesini diktim. İçinde kendim olduğunu hayal ederek.
İnanılmaz güzel oldu.
Bu nişan ve nişan elbisesi kaderimi de değiştirdi.
Artık Paris'te tektim. Paris'in ünlü ve en pahalı ve güzelliği dillere destan terzisi.
Terziliği farklı bir konuma yerleştirmişti kimliğim. Genç ve kadın patroniçeydim.
Soylu olmadan çok önemli bir konum elde etmiştim.
Artık benim de muhteşem elbiselerim, çok güzel bir evim ve evimde hizmetçilerim vardı.
Bir erkeğe ait olmadan bu noktaya gelmiş tek kadındım.
Yaşım ise 25'e gelmişti.
Hala evli değildim ve bakireydim.
Artık her şeyim vardı, gücüm, ünüm, param. Tek eksiğim vardı, aşk ve sevgi yoktu.
Çocuklukta yaşadığım açlığı ve sefaleti düşününce hayatıma şükretmem gerekiyordu
Ama şükürde değildim hala öfkeliydim. Çünkü sevilmek ve sevmek istiyordum.
Sıradan bir adam da istemiyordum.
Güçlü, dürüst beni çok seven, zengin ve soylu bir adam istiyordum.
Bu arada dükü de unuttum.
Sevgili dük, düşesle evlendi.
Fakat metresi hatta metresleri ile yaşamaya devam etti. Bunu görmüş olmam o aşkı söndürmemi kolaylaştırdı.
Bu arada 2 yıl boyunca onu düşündüğümü de itaraf etmeliyim, yani unutmak o kadarda
kolay olmadı.
Benim gibi iş yöneten güçlü bir kadın bu kadar acı çektiyse diğer kadınların durumunu bir de siz düşünün.
Neyse bu aşk benim kalbimi yumuşattı ve kreasyonlarım keskin hatlardan sanki daha yuvarlak hatlara dönüştü.
Gerçi ne dikersem dikeyim olay oluyordu ya.
Şükredecek bir şey buldum en sonunda,
Yaratıcılık yeteneğime, kafama koyduğum ne ise onu başarma yeteneğime ve güzelliğime şükretmeyi öğrendim.
Neyse durum şuydu, zengin, güzel ve yalnızdım. Yalnız olmak istemiyordum.
Evli biriyle de ilişkiye girmek istemiyordum.
Annemin en büyük öğretisiydi, evli bir adamla ilişkiye girersen cehennemde yanarsın derdi hep.
İnanmadığım Tanrı'nın bu öğretisine uydum neticede.
Yalnızlığın beni üzüp kül ettiği bu zaman diliminde madam bana çözüm üretti.
İhtiyar Madam beni yakınında tutmak istiyor diye düşündüm.
Erkek kardeşinin oğlu Hayim'le nişanlanmamı istiyordu.
Hayim, esmer, güçlü, kuvvetli bir çocuktu.
Aslında çok da yakışıklıydı.
Tüccardı ve kumaş ticareti yapıyordu.
Tanışıp konuşmaya başladığımda çok akıllı buldum, aşık değildim. Yalnız çok etkilendim. Çok zekiydi, dürüsttü, güçlü ve korumacı bir adamdı.
Beni de çok beğendiği belliydi.
Hadi itiraf edeyim, bana aşkından kimse ile evlenmemiş olduğunu anladım. Benden 3 yaş büyüktü.
Nasıl olacaktı. O bir yahudi ve ben bir katolik. Gerçi biliyorsunuz aslında benim dinim yoktu çünkü Tanrı'yla kavgam vardı. Ben annemin Tanrı'sına inanmıyordum. Tek bildiğim Tanrı da annemin Tanrı'sıydı. Gerçi benim katolik olduğumu kimse bilmiyordu. Hiç dua ettiğimi ya da kiliseye gittiğimi gören olmamıştı.
Madam etrafa Yuhudi olduğumu söylemişti.
Tek sorun ailemdi. Ailemi görürlerse anlayacaklardı dinimi. Anneme, aileme ne söyleyecektim.
Hayim'i mert bulmuştum ve evlenmeye karar vermiştim. Hayim herşeyimi biliyor ve beni olduğum gibi kabul ediyordu.
Buna cesaret etmesi beni çok etkilemişti.
Doğru kişi olduğunu hissettim onun.
Anneme ve babama konuyu açmak için gittim. Babam dinledi ve sesini çıkarmadı.
O, benden gelen paranın devamı ile ilgileniyordu.
Annemse düşündü ve düşündü sonra onayladığını söyledi.
Şaşırmıştım. Ama sen katoliksin ne için kabul ediyorsun diye sordum.
Katolik olduğum için kabul ediyorum dedi.
Başında bir erkeğin olsun. Seni başka kim alacak ne yapacaksın. Biz düğüne gelmeyiz.
Sen git evlen bizi ziyarete gel seni özleriz.
Annemin ağzından çıkan kelimeye inanamadım.
Seni özleriz. Dünyalar benim olmuştu. Demek beni seviyordu.
Garip bir şekilde ailemin onayını aldıktan sonra Hayim'la görüşme yaptım.
Hayim beni biliyordu ama yine de onunla evlenmeden onu son bir sınava tabi tutmak istedim. Bana olan sevgisini ölçmek istiyordum.
"Hayim,"ben hıristiyanım ama hiç kiliseye gitmedim, Tanrı'ya inanmıyorum" dedim.
Hayim bana "benim için önemli değil" dedi.
Yahudilerin yaşamını ve dinlerini bilmiyorum dedim.
Bizim adetlerimizi ve dinimizi öğretirim dedi.
İnanmana gerek yok. Sadece benim için uygulamaya çalış.
Son olarak dedim ki "Hayim ben bakire değilim". Beti benzi attı.
"Yine de beni kabul eder misin?"
Yanıma geldi ,beni hızla kendine çekti ve öptü. O öpücükte aşk, tutku, sevgi ve acı vardı. "Seni çok seviyorum" dedi.
O gün, o an aşık oldum ona. Çok çok etkiledi beni.
Konuşma bittikten sonra Hayim dedim,
"Korkma ben bakireyim. Beni çok seven birine vermek istedim kendimi."
Sevinci inanılmazdı.
Ne olursa olsun beni gerçekten seven birini istemiştim.
Gözlerim doldu.
Şu işe bak katolik değilde, musevi iken sahip olacaktım.
Gerçekte ikisi de değildim ya neyse.
Bana tekrar sarıldı. "Sen benim hep prensesim olacaksın merak etme" dedi.
"Sana aşkım sonsuzluk gibi."
"Sadece kimseye katolik olduğunu söyleme" dedi.
Konuşmalar ve benim anane ve geleneklerini öğrenmemin ardından
Hayim'la bahar ayında evlendik.
O ve ben birlikte çalışarak muhteşem bir servet edindik.
Ailem artık çok rahat yaşıyordu,
Biz de öyle. 2 oğlumuz ve 2 kızımız oldu.
Hayata bakış açısı aynı olan bir adamla evlenmiş ve güzel bir aile kurmuştum.
İşimizi, aklımızı ve yüreğimizi birleştirmiştik.
Terzi kız, düşes olamamıştı ama zengin, ünlü, onurlu ve mutlu olmuştu.
Çok sevdiği kumaşların, renklerin, dantel ve güpürlerin ve çok çalışmanın yarattığı bir mucize yaşanmıştı.
Tanrıya inanıp inanmadığımı bilmiyordum ama şükürdeydim ve tamdım.
Hem güç, hem sevgideydim.
Şükretmek önemliydi, bir zamanların öfkeli genç kızı ışık saçan bir kadın, anne ve iş kadınıydı.
Ben Hayim'ın güneşiydim. O ise benim vazgeçilmezim.
Comments