Dünyaya yaratıcılığın ve sevginin temsilcisi olarak gelen kadınlar, bu güzel özelliklerinin farkında değilmiş gibi yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar dünyanın pek çok yerinde.Duygularını törpüleyerek güçlü olma peşinde koşuyorlar yada kendilerini korumayabilmek için zarif ve naif yanlarını kamufle etmeye çalışıyorlar. Oysa dünyadaki tüm canlılar "Ana", dişi aracılığı ile varlık bulmakta ve çoğunlukla da onlar arafından büyütülmektedir. Dünyada ilk gördüğümüz kişi annemizdir ve o, bir kadındır.
Gerçekte bir kadınının penceresinden görürüz hayatı ve bakış açımızı oluştururuz.
Bu durumda asıl olan kadınları eğitmektir, çünkü onlardır çocuklarını yetiştiren.
Kadınlar eğitilmediğinde toplumlar gelişemez, bilimden, sanattan yaratıcılıktan uzaklaşır.
Bir ülkeyi geri bıraktırmak istiyorsanız, kadınlarını eğitimsiz bırakmanız yeterlidir.
Yüzyıllardır yapılagelen de budur. Kadınlar, din, töre, gelenek ve adet gibi kavramlarının baskısıyla geri bırakılır.
Ülkemize gelince, burası "Anadolu" , "Babadolu" değil. Son derece güçlü, akıllı ve becerikli kadınların memleketi bu topraklar. Yaşanan ise tam bir ironi.Kadın var mıdır yok mudur,
ne zaman vardır ve ne zaman yoktur, çok da anlaşılır bir durum değildir bu güzel ülkede.Kadınlarımız hala din, töre, gelenek görenek kıskacında kendi potansiyellerinin çok da farkında olmadan yaşama devam etmekte, toplumun onlara biçtiği görevi çoğunlukla da kabullenerek yaşamlarını sürdürmektedir. Varlıklarını bir erkeğin karısı yada annesi olmaya atfetmeye devam etmektedirler. Örneğin kimiliğini " hakimin karısıyım", yada doktor Ahmet'in annesiyim şeklinde sürdürmeye çalışırlar.
Bir ulusun gelişmişlik düzeyinin kadınların eğitim seviyesinden, yaşayış tarzından, hayata bakış açısından, toplumdaki yerinden anlayabiliriz.
Kadını başının tacı yaptığına inanan erkek, özellikle de onu da koruduğunu düşünerek
bir kadına ve çocuğa da bakamayacak mıyız diye düşünmektedir ülkemizde.Oysaki kadının okuması, çalışması kadının varım diyebilmesi ve kendini değerli hissetmesi için önemli. Gerektiği yerde kendi hayatı, yaşamı hakkında istemediği bir davranışla karşılaştığında hayır diyebilmesi için önemli.
İçinde yaşadığımız toplum bize farkında olarak yada olmayarak bir yaşam stilini dayatır.
Davranışçı Psikolog Albert Bandura'nın dediği gibi modelleyerek öğreniriz.Ailemizde
kadının birinci görevi çocuklarına bakmak ve evin bakımını üstlenmek ise aynen bunu alır modeller ve uygularız.
Örneğin, geçenlerde aktif iş hayatı olan 30 yaşındaki genç kızımızla konuşuyordum, evlenmeyi düşünüyordu, evliliği de görücü usulü olarak planlanıyordu..Evleneceği erkeği seçerken ana kriterlerinden biri, beni çalışmak zorunda bırakmayan bir erkekle evlenmek istiyorum diyordu.Konuşmamız sırasında söylediği kelimenin altını çizerek kendine yansıttım.Çalışma senin için bu kadar zor mu ?Çalıştığın zaman kendine güvenin gelmiyor mu, kendini iyi, faydalı hissetmiyor musun? diye sordum. Hissediyorum ama çocuğum olduğunda herikisini birden yapamacağım için sadece çocuğumla ilgilenmek istiyorum diye sürdürdü konuşmasını.
Gerçekte öğrenmiş olduğumuz kadın ve erkek rolleri nasılda işlevselleşmiş öyle değil mi?
Namus meselesi kadınlar üzerinden yönetilir sevgili Anadolumuzda.Erkeğin namusu meselesine eşitlik, adalet, iyi davranış, hak yememe vb konular dahil olmayıp sadece
karısı, kız kardeşi ,annesi namus meselesine dahildir.Yani namus eşittir kadın demektir.
Nedense kadın biraz dekolte giyse, sesli olarak gülse, biraz ortalarda dolaşsa, o kadın hala "orospu" yaftasını yemektedir ülkemizde. Bu yaftayı sadece erkekler değil, toplumdaki kadınlar da koymaktadır. Çünkü öğretiler, gelenek ve görenekler böyledir.
Bu düşünüş tarzı sadece kırsala özgü de değildir.Şehirde de böyledir, göçle genişleyen kentlerde, göç eden insanlar kendi düşünüş tarzı ile yaşam stilleriyle göçmektedir.
Biraz da namus konusuna, atasözlerimiz üzerinden bakalım, isterseniz.
Örneğin, "Kan kancıktan çıkar." atasözü. En hoşlanmadığım sözlerden olduğu için yazmak istedim.Açıklaması kadınlar yüzünden savaş çıkar, sorun çıkar anlatımı değil midir ? Sözlüğü açıp baktığınızda "kancık" kelimesinin iki anlamı vardır. Birincisi hayvanlarda dişi, diğeri ise alçak, dönek güvenilmez kimse.
Dilimize yerleşmiş atasözünün, kadınlara atfedilmesi oldukça ilginç değil mi?
Atasözleri toplumların ruhsal hafızalarıdır. Belki de işe ata sözlerimizi değiştirerek başlamak çok daha iyi olacaktır diye düşünmeden edemiyorum.
Bu arada savaşların, kavgaların kadınlar yüzünden çıktığı fikri ,Yunan mitolojisinde de vardır. Sadece çuvaldızı ülkemize ve kendimize batırmayalım diyerek yazıma devam ediyorum.Truva savaşının, Truvalı Paris'in Sparta kralı Menelaos'un karısı Helen'i kaçırması sonucunda çıkan bir savaş olduğu anlatılır. Gerçekte savaşlar, güç göstermek, etki alanını genişletmek, ganimet elde etmek gibi ekonomik sebeplerden çıksa bile, bir kadına atfedilmesi daha anlamlı gelmiş olmalı insanlara.
Dünyanın geliştikçe gerilediğini düşünenler arasındayım.Antik çağda pek çok uygarlıkta, Eski Mısır uygarlığında, Sümerlerde yada Orta Asya Türklerinde kadınların oldukça etkin olduğunu biliyor muydunuz? Dünya, Ortaçağa geldiğinde, sanki farklı bir anlayışa yönelmiş gibi. Örneğin, Ortaçağ Avrupasında, cadı olduğu düşüncesi ile kadınların yakıldığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Türklerde de Orta Asya'dan göç sonrası yerleşik düzene geçme ve dini akımların etkisiyle kadının konumu, saygınlık ve özerklikten ikinci sınıf bir varlığa doğru dönüşüm göstermiştir.
Kadınların eğitildiği toplumlarda savaşların, kavgaların çok daha az yaşanacağı düşüncesindeyim.Kadınlığın hamuru sevgi, şevkat ve merhamettir. Bu duyguların olduğu yerde empati ve saygı vardır. Seçme ve seçilme hakkını Ulu Önder Atatürk'ün ileri görüşlülüğü sayesinde hiç uğraşmadan, 5 aralık 1934 yılında almış bir ülkenin
kadınları olarak bize düşen görev, elde ettiğimiz bu avantajı layıkıyla kullanmaktır.
Haklarımızı bilelim, sahip çıkalım ve düşünen, sorgulayan çocuklar yetiştirelim.
Dünya kadınlar günümüz kutlu olsun.
Comentarios