Ancak mükemmel olursak sevilmeye layık olacağımız düşüncesiyle olmadığımız gibi davranmaya çalışırız çoğunlukla. Bu düpedüz başkalarının oyununda birinci olmaya çalışmak gibi bir şeydir. Kendimizi böyle davranmaya zorladıkça, bir şeyler çokta yolunda gitmeyebilir. Kendimizi yalnız, çaresiz ve başarısız hissedebiliriz. Oysa gerçek aşk öyle bir duygudur ki, hiç bir sebebe bağlı olmadan sevebiliriz ya da seviliriz.
Onun yanında kendimizi hep evimizde hissederiz. Her zorluğa her soruna onunla birlikte göğüs gerebiliriz.
Aşk kendini onunla tamamlamak değildir, uyumdur ve birlikte dans edebilmektir.
Aşk sebepsiz sevgidir, nisan yağmuru gibidir ve nedeni, niçini olmaz..
Teknolojinin bu kadar etkin olduğu bu dönemde aşk algoritma uyumu değildir.
Ocakta unutulan çaydanlık için olsun yansın diyebilmektir.
"Sana ne hediye almamı istersin" sorusuna hediyem sensin diyebilmektir.
En komik 14 şubat anımı yazarak başlamak istiyorum. yazıma. Yıl 2001 ve hamileliğimin son günleri ve annemlerde bizimle birlikte, ben her an doğum yapabilirdim çünkü.
Hoş sezeryanla doğum yapmaya karar vermiş ve kızım 2 ayrı hediye alsın diye düşünerek yaşgünü farklı güne getirmiş ve doğum günü olarak 16 şubat 2001 tarihini seçmiştim. Neyse konumuza dönersek, 14 şubat günü annem ve kayınvalidemi eşimle yalnız kalmak istiyorum diye evden gönderdim. Çok güzel bir sofra hazırladım ve giyinip süslendim. Sevgili eşim eve gelirken farklı bir şeyler yapar diye bekliyorum. Eve gelmeden önce bana telefon etti her zamanki gibi, alınacak bir şey var m? diye sordu. Ben de ona maydanozumuz yok dedim. Bizimki maydonozu alıp gelmiş kapıya...Yalnız elinde bir çiçek bile yok. Ağlayayım mı güleyim mi bilemedim. O gece saat 9 da yorgunluktan uyuduğumu biliyorum.
Yazıma annem ile babamın aşkını anlatarak devam etmek istiyorum. Annem, babamın güneşiydi ve 50 yıllık evlilikleri süresince hep öyle de kaldı. Babam onunla olduğunda yanında kimseyi aramazdı, hatta bizi bile. Bir kez bile anneme Seher diye seslendiğini duymadım. Hep Seher hanım derdi, o güzel sesiyle. Babam nüktedan ve çok zeki bir adamdı, annem ise çok becerikli ve disiplinli. Bir elmanın yarısı gibiydiler. Bu sene 10 haziranda babam öldüğünde annem, onun tabutuna sarılarak seni huriler karşılasın diye ağladı. Sevdiği için kendince bildiğin en iyi şeyi isteme hali değil midir aşk....
Bazıları için büyük aşkları yaratan kavuşamama hikayesidir, Romeo ve Juliet gibi.
William Shakespeare'in ünlü eseri birbirine kavgalı ailelerin gençlerinin tesadüfen tanışıp aşık olması hikayesidir. Hikayenin sonunda her iki gençte yaşamına veda etmiştir. İtalya'daki Verona Şehrinde bulunan Juliet'in evi yıllardır sayısız ziyaretçi ile dolup taşmaktadır bugün. Aşıklar Verona'ya aşkın ayak izlerini takip etmek için gelmektedir.
Diğer yandan ünlü Troya savaşı bir kadına duyulan aşk sebebiyle başlamıştır.T roya Prensi Paris'in Sparta'yı ziyareti sırasında, kralın karısı Sparta kraliçesi Helena'ya aşık olup onu kaçırması ile başlayan savaştır Troya savaşı. Helen'in kocası Menelaos, Helena'yı geri getirmek ve onurunu kurtarmak için başlatır Troya savaşını.
Aşk sen nelere kadirsin, savaşlara ve barışlara .....
Biraz da kendi kültürümüzden örnekler verelim ne dersiniz? Tanzimat dönemi şair ve yazarlarımızdan olan Abdülhak Hamit Tarhan ilk eşi Fatma Prizade'ye aşkı dillere destandır. Aşırı sevdiği ve kaybetmekten korktuğu eşi öldüğünde, Makber(mezar)
adlı şirini ona ithafen yazmıştır. Şiirin en sevdiğim dört mısrasını burada yazmadan geçmek istemedim.
"Her yer karanlık pür-nûr o mevkî? ..
Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb!
Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb,
Rüyâ değil bu ayniyle vakî."
Karısının ölümüyle, derin acılar çeken sevgili şairimiz, eşinin ölümünden sonra 2 kez daha evlenmiştir. Bildiğim kadarıyla diğer eşlerine de şiirler yazmıştır.
Şairimizin aşık olmaya aşık olduğunu düşünüyorum ,siz ne dersiniz?
Aşk için yazarken karşılıksız aşkları da var göz ardı etmek olmaz değil mi?
Bu konu gündeme geldiğinde hep Atilla İlhan'ın ünlü şiiri aklıma gelir. Atilla ilhan bu şiirinİ platonik aşkına ithaf etmiştir. Platonik aşkının Maçka dolaylarında yaşayan zayıf bir kız olduğunu söylese de, içerisinde aşk, tutku ve kıskançlığı barındıran bu şiirin daha derin olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Şiirin adı ,"Üçüncü şahsın şiiri". En sevdiğim kıtasını yazmadan geçmek istemiyorum ne olur affedin.
"Gözlerin gözlerime değince, felaketim olurdu ağlardım.
Beni sevmiyordun bilirdim, bir sevdiğin vardı duyardım.
Çöp gibi bir oğlan ipince, hayırsızın biriydi fikrimce.
Ne vakit karşımda görsem, öldüreceğimden korkardım.
Felaketim olurdu ağlardım."
Son olarak da Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun "Karadutum, çatal karam ve çingenem" şiiri ve hikayesi ile bitirelim yazımızı. Sevgili şairimiz bu şiiri karısına değil, sevgilisine
yazmıştır. Sevgilisi güzel sanatlar akademisi heykel bölümü öğrencisi Mari Gerekmezyan…dır. Bedri Rahmi de o dönemde güzel sanatlarda asistan olarak çalışmaktadır. Söz konusu ilişkiyi eşi ve şairin tüm arkadaşları da bilmektedir. Yeni çocukları olduğu dönemde yaşanan ve herkesin bildiği bu aşk, şairin eşini derinden yaralamış ve değersiz hissettirmiş olmalı. Gerçekten dayanılması çok büyük ızdırap. Yaratılan eser ise oldukça değerlidir.
Karadutum, çatal karam çingenem.
Daha nem olacaktım bir tanem.
Gülen ayvam, ağlayan narımsın.
Kadınım, kısrağım, karımsın.
Evet..... gönül ferman dinlemiyor öyle değil mi ? Kalbimiz çarptığı sürece tekrar tekrar seviyor ve aşık oluyoruz.Sevgi ve aşk kanımızı ateşliyor ve yaşam amacımızın yakıtını sağlıyor.Aşktır bize nice güzel eserleri verdiren bizi canlı tutan.
Umalım ki hep karşılıklı aşık olalım...
Aşkımız için ölmeyelim .... yaşayalım...
Yaşadığımız aşk hiç kimseyi üzmesin, incitmesin ve değersiz hissettirmesin....
Aşkla kalın....
コメント